Çarşamba, Şubat 22, 2006

Curling


Siz de hazır Kış Olimpiyatları başlamışken her akşam Eurosport karşısında pinekleyenlerden misiniz?

Açıkçası, en başta artistik patinaj olmak üzere, tüm kış oyunlarını keyifle izliyorum. Gerçi şimdi uzun uzun artistik patinajdan, kayakla atlamadan filan bahsedebilirim ama bugünün konusu bir yandan bu ne mene bir şeydir diye göbeğimi kaşırken diğer yandan merakla izlediğim kış sporu curling.

Hiç dikkat ettiniz mi Curling'e? Buzun üstünde iki takım, ellerindeki tuhaf taşları bir çembere doğru kaydırarak atarken, takım arkadaşları da ellerinde süpürgeler, taşın önünü süpürüyor. Çok uzun bir süre anlamaya çalıştım bu oyunun ne anlama geldiğini. Hatta ayıptır söylemesi, dört sene önce ilk kez Kerem'le ellerimizde biralar geçip televizyonun karşısına, "bu curling ne lan, manyak mıdır nedir bu herifler" diye az dalga geçmemişizdir.

Dalga geçilecek diye varmış zaten. Biraz araştırınca bu spor en az bizim memlekette bilinmekle beraber, doğuşunun bile lüzumsuz olduğunu öğreniyor insan (Lüzumsuz müzumsuz, kimse spora laf ettiğimi düşünmesin, valla çok keyifle izliyorum ben lakincurlingi yalnızca, "seni hiçbir takıma almadık, illa olimpiyat köyüne gelip ortamlarda akmak istiyorsan ya seni halter takımına masör yaparız, ya da curling milli takımına girersin" demeleri halinde oynardım)

Efendim, bu oyun 16. yy'da İskoçya'da "icat edilmiş". Malum, İskoç milletinin, hele bir de 1500'lü yıllar söz konusu olduğunda, uzun kış gecelerinde, ileride Yeni Dünya'ya ihraç etmek üzere nüfuslarını artırma faaliyetlerinden başka bir eğlencesi yok. Ne yapsın adamlar, bari demişler buz üstünde kendimize eğlence yaratalım. Ki - onbeş tatillerde köye gittiğimde- biz de yapardık küçükken. Buz tutmuş çayın üstüne çıkar, buz kırılıp içine düşmeden futbol oynama - bir gol bir puan, bacağı buzun içine kaptıran beş puan kaybeder kuralıyla tabii ki, evet, mazarratız - çay üstündeki buzu üstüne yakılan ateşle en çabuk eritme gibi oyunlar oynardık.

İskoçlar da demişler ki, buzun üstünde elimize aldığımız taşları kaydırarak bir kaleye sokmaca oynayalım. Ha bana kalırsa bu "la, la daş geliyo daş, gaçsana la" anlamına gelebilecek Sheakspeare İngilizcesi kuralları içinde olmuştur ya, biz modern Curling sporuna dönelim en iyisi. Çünkü her bir curling taşı 20 kg ağırlığında.

Şimdi diyeceksiniz ki, "hadi taşı kaydırmayı anladık, puan kazanmayı da, peki bu süpürgeciler kimler oluyor? Yoksa masör olamadık, curling taşını atmayı da beceremiyoruz, bari temizlikçi kontenjanından olimpiyatlara gelenler mi?" Değil kardeşim, onlar da takımın bir parçası. Görevleri de, buzun üstünü süpürerek taşın daha iyi kaymasını sağlamak. Zira oyunun bir cilvesi olarak buzun üstüne kumlama denilen toz kadar buz parçaları serpiyorlar - ki taşın hızını ve yönünü etkiliyor bunlar.

İşte bizim süpürgeciler de bu kumları temizliyor, hatta kafasını çalıştıran süpürme yoluyla buzda "yol" oluşturarak ve hatta çok süpürmek suretiyle buzun sıcaklığını yükselterek taşa yön veriyor, hızını düzenliyorlar. Süpürgenin çok önemli bir faydası daha var: taşı atanın düşmemesi için denge çubuğu vazifesini görüyor. Düşmek dedim de, bunların giydiği ayakkabılar da farklı. Bir ayakta çok kayan ayakkabı tabanı varken, öbüründe daha az kayanı var. Acaba, her bir takımın dört kişiden oluştuğunu düşünürsek, bunlar iki çift çok kayanından, iki çift buzu tutanından ayakkabı alıp, sonra birer tekini değiştirerek mi giyiyordur? Allah ayakları büyük olana sabır versin demek lazım eğer öyleyse.

Sonuca gelelim, her bir takımın sekizer taşı var: On oyun ve 75 dk üzerinden oynanıyor. Maksat, taşlarını kaleye diğer takımın taşlarından daha merkezi sokabilmek. Ama mesela merkeze rakibin taşından daha uzakta olan taşlar sayılmıyor. O yüzden kimi zaman amaç kendi taşını merkeze sokmak değil, rakibin taşını çıkarmak olabiliyor.

Saded: Ben yıllarca her gördüğümde saplanıp kaldım televizyonun başına curling'i gördüğümde. Ne oldu bunca zaman kaybetmekten başka? Hiçbirşey. Peki siz bu yazıyı sonuna kadar okudunuz da ne oldu? Hayatınızın beş dk daha eksilmesinden başka?

Demek ki neymiş, hayat kısa, can tatlı, böyle lüzumsuz şeyler kısaltır yaşamı.

Son not: Curling'le ilgili bir karikatür ekleyecektim bu yazıya ama, en baştaki curling taşı ve hatun fotoğrafını görünce dayanamadım, onu ekledim. Fotoğraftaki arkadaş Avusturya Milli Curling Kadın Takımı Kaptanı Claudia Toth olup, bu fotoğraf Women's Curling Calendar 2006'da yer almaktadır. Curling bile olsa, içinde bayanların olduğu hiçbirşeye lüzumsuz denemez ne de olsa, özellikle de güzel bayanların, öyle değil mi?

Ha bu arada, takvimin satış sloganı: "Help support the next generation of curling athletes!" Destekliyoruz!!!

Sormayın başıma geleni...


Önceki gün bizim Kuzu'yu iğneye götürdüm. Onun blogundan takip etmişsinizdir zaten, bu kansızlık sorununa yeniden yapılandırma çerçevesinde iki günde bir kan iğnesi yemeye başladı. Ama öyle kan iğnesi deyince bir şırınga dolusu kanı adamın içine zerk ediyorlar diye düşünmeyin. Yok, yok, ciddiyim. Bazıları onu dolu dolu bir şırınga kan diye düşünüyordur kesin...

Hem öyle olsa kolayı var, doğrudan ağız yoluyla alırsın, kurutur kan pekmezi yersin filan. Tabii önce kan grubunu, kanın erkekten mi, kadından mı alındığına göre içerdiği testesteron, östrejon hormonunu filan ayarlamak lazım. Düşünsene karayağız bir delikanlıya şöyle en "dişi" zamanında bir kadından alınan kanın verildiğini. Sonra bizimki olmadık şeylere içlenip olmadık şeyden nem kaptıkça, "sen beni hiç sevmiyosuuun" diye kapris yapıp ses hızından daha süratli konuştukça bir daha iflah olmaz valla.

Neyse, lafı çok dolaştırdım, kan iğnesini bir şırınga dolusu kan sananlara itirafımdır: Bizim Kuzu'nun kanını emen de benim zaten; her gece iki cl çekiyorum boynundan da fark etmiyor kimse.

Hem benim konum o değil. Kuzu, iğne olmaya Acil Servis'e gelinceye kadar başımın etini yedi. "Ben o kadar iğne oluyorum, kıçıma batırıyorlar çeliği, sen de hastasın, sen de görün doktora" diye. "Tamam" dedim, "tamam". Gittim doktora, dedim ki, bizim Kuzu çok korkar böyle şeylerden, sen iyisi mi bana da bir iğne yap, hatta bulabiliyorsan şu eskinin kalın cam şırıngalarından sapla koluma. O da birşey mi dedi, sen asıl şimdi gör ne yapacağımızı.

Kaşla göz arasında yatırdılar beni sedyeye, sen misin iğne isteyen, taktılar koluma serumu. Yarım saat serum yedim, üzerine bir kan tahlili, hala kolum mor geziyorum.

Bu arada Kuzu'nun hakkını da yemeyelim tabii. Aferin kıza, artık yalnız bile gidebiliyor doktora, iğneye... Yakında ameliyatlara keyif diye bakmaya başlarsa benim gibi, işte o zaman tam olacak.